Mükemmel Kusur
- Burcu Karael
- 13 Ara 2020
- 1 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 14 Ara 2020
Mükemmeliyetçilik, içerdiği tüm marazlara rağmen hep kulağa güzel gelen bir kelime. İş mülakatlarında kusur olarak ifade edilirken bile, iyi izlenime sebep olacak kadar güzel.
Gel gelelim o güzel duruşlu kelime düşüncenin yeraltı suyuna sızıyor, bir şeyler üretebilmeye katalizör olsa da insanın zihnini zehirliyor, bedenini tüketiyor. En iyisini yapabilme uğruna yeteri kadarını yapabilmekten vaz geçmeye başlıyor insan adım adım. Üretebilmek için gerekli olduğu son derece tartışmaya açık o karın ağrısıyla; bir kendiyle kalıyor, bir kendinden kaçıyor. İçinde büyütüyor, büyüttüğüne düşman kesiliyor, bazen besliyor, bazen inkar ediyor. Ama bir noktada hiç yapamama korkusu o kadar baskın geliyor ki iyi yapamama korkusuna, içinde büyüttüğünü doğurmaktan ziyade kesip çıkartıyor içinden sezeryanla. Kendi yarılmış karnına dönüp bakmıyor bile, doğurduğu şey bir ucube mi yoksa görenleri hayrete düşürecek güzellikte mi?
Yeteri kadar sanatçı mı? Yeteri kadar duyarlı mı? Yeteri kadar mantıklı mı?
Üreten insanları sanatçı konumuna koyabilmek için insanlığın sıradanlığını aşabilmelerini bekliyoruz gibi, zaten bizim de yapabileceğimiz bir şeyi ortaya çıkarması beklentimizi karşılamıyor. Bizim gibi kusurlu biriyse, bizim kadar hayal gücü ve el becerisi varsa neden sanatçı diyelim ki ona?
İnsanlık denince de çok fazla şey bekliyoruzdur belki. O kadar fazla insanı “insan olmamakla” suçluyoruz ki, bu çelişkinin başka sebebi olması zor.
Çok fazla annenin yeterince anne olmamakla suçlanması gibi.
Platon’un Sokrates’inin dediği gibi bizim bu dünyada gördüğümüz her şey idealar dünyasındaki esaslarının bir görüntüsüyse, bu yetememe durumu anlamlı bulunabilir. Fakat gerçekten kötü kopyalar olduğumuzu düşünmek yerine bir noktada esasın biz olduğumuza ve esasın kusurlu olduğuna ikna olsak nasıl olur?

Comentarios