top of page

Kayıp Bulundu

  • Yazarın fotoğrafı: Oğuzcan Nallıdere
    Oğuzcan Nallıdere
  • 5 Oca 2021
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 10 Oca 2021

Bir akşam durup dururken yine beni kimse aramadı. Odanın ortasında oturmuş, tavana bakakalmış, bir yandan mutfakta sinirlice yıkanan bulaşıkların sesini, diğer yandan da adımın Hüseyin olsa hayatımda neler değişebileceğini düşünmeye dalmıştım.


Belki bacaklarıma dövmeler yapardım, hepsi bana doğru bakan, hepsini kendim yaptığım için. Anlıyor olmalısınız diye düşünüyorum. Anlıyor olabilir misiniz? Belki karısını ortalık yerde saç baş döven bir mahalle dayısı olurdum ya da Erdoğan'a oy veren biri ya da çok daha kötüsü; oy vermekle birşeyleri değiştirebileceğini düşünen biri olurdum. Belki Galatasaray'ı tutardım, belki kaleci olmazdım, belki bir Avustralya'lı olurdum ya da bir Alman ya da belki odanın tam ortasında oturacak kadar cesur olamazdım, belki vatanımı severdim ya da hayırlı bir evlat olurdum. Belki de yine tam da şimdi yaptığım gibi mal mal tavana bakıyor olurdum.


"Ne yapıyorum ben?"


İşte şu anda bir aydınlanma yaşadı bunları düşünen adam. Ayağa kalktı, bedeni hasret duyulan bir atletiklik ile ileri atıldı ancak zihni geride kaldı. Adı Hüseyin Olmayan Adam mantığını iç sahada mağlup etmiş, deplasmana gidiyordu. Bir formalite olarak odanın çıkışına birileri tarafından yerleştirilen nesneyi açarken "Neden apartmanımızın dış cephe duvarına bunlardan bir tane koymuyoruz ki?" diye düşündü, acil çıkışlara ihtiyaç duyuluyordu. Sonra düşünüyor olduğu bu nesnenin pencere olarak zaten icad edildiğini fark ettiğinde artık çok geçti. "Birileri benim bulunduğum yerlerde bulunmuş." diye düşündü. Kokularını alamıyordu ama bu mucitlerin isimlerinin kendininkinden farklı olduğundan alabildiğine emindi.


"İhtiyaç halinde camı kırınız!"


Artık başka bir odadaydı, odaları birbirine bağlayan oda, nam-ı diğer "koridor", çok büyük bir evde yaşanmıyordu, bir salon, bir mutfak ve tuvalet. Bir de bu oda; "koridor". Aktarma istasyonu, ev metasında var olan tüm şeylerin istemeden de olsa geçmek istedikleri yer. Koridorlar hep tren istasyonlarını hatırlatırdı ona, tren istasyonlarından geçen insanlar gibi koridordan geçenlerin de hep bir amacı olurdu, bir varış noktası. Aklına gelenlerin kendisine anlatmaya çalıştığı şey bulunduğu yerin bir varış noktası olmadığıydı, bir yere gidiyor olmalıydı!


Koridorun ortasında öylece dikili kalmıştı, amaçsızlığı utanç verici bir hale gelmeden yapacak bir şeyler bulmalıydı, kimse ne yaptığını bilmediğini anlamasın diye kafasını çevirmeden şöyle bir etrafına göz gezdirdi, bir yandan kendi evinde kaybolan ilk insan olduğu için kendi kendini tebrik edip plaket verirken diğer yandan seçeneklerini gözden geçirdi. Arkasında dünyanın en büyük ayakkabılığı ve içinde ayakkabılar vardı. Mont, şemsiye ve bilumum dış dünya araç gereçleri de bu ayakkabılık içerisinde yaşamlarını sürdürüyorlardı. "Ayakkabılığa girip bir ayakkabı olabilirim mesela." diye düşündü. Ne olabileceğine karar verebilmek için artık çok geçti, neredeyse otuzuna varıyor ve kıvırcık saçları arasından keli görünmeye başlıyordu, ah! Artık her şeyi yerli yerindeydi, elleri kolları olan kocaman bir adamdı, ayakkabı olamazdı, ayakkabı taklidi yapmayı deneyebilirdi belki ama bağcıkları yoktu, kimse ona inanmazdı.


Arkasında az önce geçmiş bulunduğu kapı vardı, bu da bir seçenek değildi, zira geri dönmek yenilgiyi kabul etmek olacaktı. Bu hali hazırda duyuyor olduğu ve her geçen saniye yükselerek artan utanç duygusunu ikiden yüksek bir sayıya katlardı. Yanakları utanç utanç kızarmaya başlarken önünde de bir kapı olduğunu gördü.


Karşısına çıkan ilk fırsatı değerlendirip gördüğü kapıyı açtı, ilk gördüğü hiç bir şey oldu. Bembeyaz, kimyasal bir parlaklık. İçeride odanın var oluş amacıyla çelişen bir temizlik kokusuyla beraber, küvet klozet ikilisi, bir çamaşır makinesi ve bir de aynanın tam altına yerleştirilmiş bir lavabo vardı, kendini Duchamp'sal açılardan sorgulayarak erkeklerin neden lavaboya işemediğini sorgulamaya çalıştı, bu çözüm er kişilere klozet mantıksızlığına karşı hızlı ve uygun bir çözüm getirirdi, kim oturarak işemek isterdi ki?


Sonunda bir şeylere çözüm getirip, baltalara saplar olmanın verdiği rahatlıkla lavaboya yönelmişti ki, aklına geliverdi; adını da pisuvar koymuşlardı. "Birileri geçtiğim yollardan daha önce geçmiş." diye düşündü. Çok uzaklaşmış olamazlardı, belki köşeyi dönüverse onları da yakalayıverip adlarını soruverirdi, ancak istemedi. Farklı isimlerle sahip olduklarından Hüseyin olmayan adı kadar emindi.


Hep yaptığı gibi klozete oturup hızlıca işini gördü. Amacını tamamladığına göre, bu temizlik diyarını terk etme vakti gelmiş olmalıydı. Ayağa kalktı, silkelendi, çamaşır makinesinin etrafından dolanıp odadan çıktı. Yine koridora gelmişti, mutfaktaki bulaşıklar sinirlice yıkanmayı bırakmış, birer birer evlerine dağılıyorlardı. Bir iyi gece dileği bırakmak amacı edinip mutfağa yöneldi. Kendi kendini amaçlandırma eyleminde hızlı bir gelişme göstermişti. “越来越好!” diye düşündü. Bu Çince'de "Ne sen sor, ne ben söyleyeyim." anlamına gelirdi. Gerçekten kim neden Çince öğrenmek isterdi? Hatıralar ile boğuşurken önüne çıkan son kapıyı da açtı.


"Tekrar merhaba."


Bir çift göz bana bakıyordu. "Özür dilemeye mi geldin?" dedi. Yakın zamanda ağlamıştı, yanaklarındaki yeni silinmiş yaş izleri hüznün çok uzaklaşmış olamayacağını ima ediyordu. "Hayır." dedim ipin ucunu son anda yakalayarak "İyi geceler dilemek için geldim."


Gözlerinde ölçülebilecek en kısa zaman dilimi kullanılarak bile ölçülemeyecek kadar kısa bir sürede yanıp sönen şaşkınlığı gördüm. "Normalde bu kadar erken uyumazsın." diyeceğini anlayıp; "Yorgun olmalısın diye düşündüm." dedim. "Bu gece beraber uyuyalım, ne dersin? Hem sarılırım sana, bir de masal anlatırım. Sevdiklerinden birini."


İstiyordu, biliyorum ama istediğini belli etmedi hiç. İstiyor olabileceğini biliyordum. İstiyor olabilecek olmasını istiyordum. Aklıma söyleyebileceğim başka bir şey gelmediği için sadece, sarıldım.


"Özür dilerim."


Yüzünü koltuk altıma gömdü, "Neden bu kadar bekledin, hiç gelmeyeceksin, bir daha bana hiç sarılmayacaksın sandım? Kendi mutfağımda bu kadar mutsuz olmayı hak edecek kadar ne yaptım ben, sevgisiz hissettirme beni."


"Kayboldum." demek istedim ama utancımdan diyemedim. "Meşguldüm." dedim. "Bir şeyler düşündüm." Gerçekten bu kadar amaçsız mıydım?


"Seni seviyorum." dedim. "Hadi gel bir film izleyelim. Güzel bir korku - komedi. Londra'da Bir Amerikan Kurtadamı, kült bir film. Eğlenceli bir şeye benziyor."


Koltukaltımdaki kafası bir yukarı, bir aşağı sallandı; "Hadi gidelim."


--


Mutfaktan beraber çıktılar, birbirlerini hala seviyorlardı. Boş kalan mutfak duvarları birbirleriyle bakıştı. Kahve makinesi yıkaması unutulmuş tezgahın köşesinde hüzünle oturuyor, pencerenin önündeki okaliptüs akşam yemeğini yiyor, buzdolabı hayatın getirdiği zorlukları düşününerek içli içli söyleniyordu. Diğer odalardan birinden bir müzik sesi duyuldu.


Herkes aradığını bulmuştu.

İlgili Yazılar

Hepsini Gör
Falcı

O an yolumu yolumu kesip el falıma bakmak isteyen falcının hocasından öğrendiği ilk kuralı çoktan unuttuğunu fark ediyorum. Artık...

 
 
 
Misafir

Halbuki sadece rüya görmek değil hayal etmek de uykuya dalabilenlerin hakkıdır.

 
 
 

Yorumlar


  • Facebook
  • Spotify
  • Instagram

 © camduvar kültür sanat 2021

bottom of page