Hikayenin Tek Kazananı
- Bahar Gümüşer

- 3 Oca 2021
- 4 dakikada okunur
“Gördüm kuşağımın en iyi beyinlerinin çılgınlıkla yıkıldığını, histerik çıplaklıkla açlıktan geberdiğini. Zenci sokakların şafağında gördüm onları, bozuk kafalarıyla mal ararken” Uluma - Allen Ginsberg
Şehri sel alan bir sabaha karşı, aynı kaldırımda çağırdıkları taksinin gelmesini beklemişlerdi. Taksi gelmedikçe hava aydınlanmaya başlamış, yağmursa bir türlü dinmek bilmemişti. İkisi de sırılsıklam olduklarında dönüp birbirlerine bakmışlardı. O an iki ıslak yabancıdan ibaret olan gençler, bir taksinin yanlarına yanaşmasıyla yol arkadaşı olmaya karar vermişlerdi. Yanlarına yanaşan taksiye binmiş, nereye gideceklerine bir türlü karar verememişlerdi.
Adam cebinde kalan son paranın hesabını kimseye belli etmeden yapmış, kadınsa bir sıcak kahvenin hayaliyle buğulu camdan sokakları izlemişti. Sonunda yol bitmiş, yağmur dinmişti. Şehir aydınlanmış, insanlar sokaktaki yerlerini almıştı. Adam cebinde kalan son parayı taksiye vermiş, kadına bunun sözünü hiç etmemişti. Taksiden indiklerinde ikisi de kaldırıma bakmış, yine nereye gideceklerine bir türlü karar verememişlerdi. Biraz sonra adam başını kaldırmış, kaldırımın ilerisindeki binayı işaret ederek “Burası benim çalıştığım bar. Daha açılmasına çok var. İstersen çıkıp birer kahve içebiliriz” demişti. Cümlesi bittiğinde adamın omuzları inmiş, reddedilme düşüncesi onu korkunç kaygılara sürüklemişti. Kadın adama değil binaya bakmış, adamın içindeki korkunç kaygıların artmasına sebep olmuştu. “Olur” demişti. “Bir kahve şu an en çok ihtiyaç duyduğum şey. İçelim”
Adam içinde yaşadığı abartılı duyguların gölgesinde olduğundan, kadının ağzından çıkanlara sevinememişti. Birlikte biraz yürümüş, yedi kat merdiven çıkmışlardı. İzbe, karanlık ama bir o kadar da çiçekli bir barın kapısından girmiş, partinin çoktan bitmiş olduğunu fark etmişlerdi. Adam kahve yaparken kadın oturmamış, etrafı seyretmişti. Seyrederken pencerenin önünde hiç konuşmadan oturan adamı fark etmiş, “Bu kim?” demişti. “Fuat” demişti adam. “Burada yaşıyor”
Adam kahveleri yapmış, kadınsa gözlerini bir türlü Fuat’tan ayıramamıştı. Fuat’ın kıpkırmızı ifadesiz yüzüne uzun uzun bakmış, gördüğü her ayrıntı midesini bulandırmıştı. Kahvesinden bir yudum almış, Fuat’ın kendinde olmadığını anlamıştı. “Belki uyumaya ihtiyacı vardır” diye düşünmüştü. “Belki de onu çok sevecek birine.” Bir yudum daha almış, “Belki de hiçbir şeye…”
Kahveleri bittiğinde, adam cebinden sigara tabakasını çıkarmış, ince bir sigaralık sarmıştı. Küçük bir nefes çekmiş, kadına uzatmıştı. Kadınsa sağlam bir nefes çekmiş, ayağa kalkmıştı. İlk kez adama bakmış, uzun uzun bakmış, sonunda gözlerini ondan alamamıştı. Vakit öğlene yaklaşırken ıslak kıyafetleri bir türlü kurumamış, çareyi evlere dağılmakta bulmuşlardı. Akşam vakti yeniden buluşmak için sözleşmiş, Fuat’ı uyuyakaldığı tekli koltukta bırakıp bardan çıkmışlardı.
Vakit akşam olduğunda kadın evinden çıkıp Nefes Bar’a doğru yürümeye başlamıştı. Adamın evi Nefes Bar’ın biraz ilerisindeydi. “Bir Ankaralıya göre oldukça stratejik bir konum.” diye konuşmuştu içinden. Yol boyunca konuştuğu en basit konu bu olmuştu. İçinden konuştuğu cümleler her zaman olduğu gibi bitmek bilmemişti ama yol bitmişti. Birkaç merdiven sonra zili çalmış, kapıyı bir yabancı açmıştı. Elinde kaktüs ile bu yabancının gözlerine bakmış, bulunduğu durumdan oldukça utanmıştı. Yabancı onu içeri buyur etmiş, adamın biraz sonra eve geleceğinden bahsetmişti. “Beklerken bir sigara içebilir miyim?” demişti kadın. Yabancı “Tabii” demişti. “Ben de tam çamaşır asıyordum”
Birlikte balkona çıktıklarında yabancının sepette duran onlarca çamaşırına karşılık yalnızca üç mandalı olduğunu görmüştü. Üç mandala uzun uzun bakmış, eksikliğin yalnızca mandallardan ibaret olmadığını hemen hissetmişti. Ara ara içine doğan hislerin peşinden hiçbir zaman gitmediğinden, yabancıya bir şey sormamıştı. Sigarasından bir nefes çekip etrafa bakarken “Kimsesizim” demişti yabancı. Elindeki üç mandalı da kullanmamıştı. “Hayatım yetiştirme yurtlarında geçti” diye devam etmişti. Kadın sessizliğini korurken içine doğan hislerin peşini hiç bırakmadığını tekrar fark etmişti. Sigarasını söndürmüş, içeri girmişti. Yabancının söylediklerini aslında hiç duymak istememişti. Kapıdan anahtar sesleri gelmiş, adam içeri girmişti.
Birlikte kimseye ait olmayan bir odaya girmiş, kimseye ait olmayan bir yatağın üzerinde oturmuşlardı. Kadın kaktüsü odanın en çok güneş alan noktasına yerleştirmiş, evinin güneş almayan bir zemin kattan ibaret olduğundan bahsetmişti. Ayları birlikte geçmiş, pamuk ipliğine bağlı ruh sağlıkları sanki biraz iyileşmişti. Deprem dolu ruhları fısıltılı sevişmelerle yıkılmamış, güçsüz bedenleri her ritmik harekette biraz daha güçlenmişti. Bir öğlen vakti adam uyandığında, kadın çoktan gitmişti. Adam başını kaldırdığında kaktüsün de yerinde olmadığını fark etmişti. Bitmek bilmeyen kaygıları onu ele geçirmiş, kendini zar zor dışarı atmıştı. Sokak sokak, bucak bucak kadını aramış, sonunda bulmuştu. Kadın elindeki kaktüsü başka bir adama uzatmış, ona sıkı sıkı sarılmıştı. Adam onları uzaktan izlerken sonunda kaygının ta kendisi olmuş, bütün hayatın günahlarını tek bir anda toplamıştı. Kadının telefonlarını açmamış, kapılara çıkmamıştı. Kadının eski bir dostunun emanetini geri verdiğini hiç düşünmemiş, terk edildiği için hayattaki son şansını kaybettiği düşüncesinden ise bir an olsun uzaklaşamamıştı. Aylar geçmiş, iki sağlıksız ruhun hikayesi tam da onlara yakışır bir şekilde bitmişti.
Kadın uzaklara gitmiş, adamı hiç beklememişti. Hiç beklemediği adam hiç beklemediği bir telefonla kadını aramış, yardım istemişti. -Senden sonra eroin kullanmaya başladım. Birkaç gündür bulamıyorum. Vücudumun her yeri ağrıyor. Ölmek istiyorum…
-…
-Acaba diyorum, sende var mıdır?
-…
Üç Yıl Sonra
Kadın gittiği uzaklarda bir ev tutmuş, parası yine zemin kata yetmişti. Gün içinde ışıksız kalan bu eve akşam çökmüş, her şey tıpkı kafasının içindekiler gibi gittikçe daha karanlık bir hal almaya başlamıştı. Öylesine elini attığı bir kutunun altından adamla olan tek fotoğrafları düşmüş, kadının adamı araması için emri vaki yapmıştı. Fotoğrafa bakmış, küfür etmişti. Artık bir şeylerden kurtulması gerektiğini zaten daha önceden hissetmişti. Ya kendinden kurtulacaktı, ya da biri onu kurtaracaktı. Bir zemin kattan daha çıkacak hali kalmamıştı. Telefonu eline almış, numaraya hiç bakmamıştı. Telefon yalnızca iki kere çalmış, ardından açılmıştı. Onu daha önce hiç duymadığı kadar neşeli bir ses karşılamış, konuşmuştu. -Merhaba! -Merhaba… Nasıl gidiyor hayat? -Oldukça güzel. Seninle son telefon konuşmamızın ardından bu kez ailemi arayıp yardım istedim. Yıllar süren yalnızlıktan sonra tekrar onların yanına taşındım. Bütün maddeleri bıraktım ve hukuk fakültesine tekrar başladım… Birlikte eroine başladığım kimsesiz ev arkadaşım artık sokaklarda, ben ise birkaç yıl sonra avukat olacağım. Beni bekleyen kötü sonlardan oldukça uzağım. Sırf bunun için bile geçip giden her ana şükür ediyorum… -… -Bir köpeğim bile var! -…
Hiçbir işe yaramamıştı adamı aramak. Adam tıpkı ilk tanıştıkları gün yağan yağmur gibi hiç durmadan anlatmıştı. Zaten konuşmamış olsa da kadın adamın sesinden mutlu olduğunu hemen anlamıştı. O farklı bir zemin katın aynı karanlığında fotoğraflara söverken hayat her zamanki gibi akmaya devam etmişti. Kimsenin onu kurtaramayacağını anlamış, kendinden kurtulmaya karar vermişti. Birkaç geçiştirme cümlesiyle telefonu kapatmış, birkaç dakika yeri izlemişti.
Geçen birkaç dakikanın ardından kadın asıl söylemek istediği şeyi söyleyemediğini fark etmiş, adamı son bir kez aramaya karar vermişti. Telefonu eline almış, numaraya bu kez uzun uzun bakmıştı. Aramadan önce birkaç prova yapmıştı.
“KURTAR BENİ!”
“KURTAR BENİ!
“KURTAR BENİ!”
Telefonun tuşuna basmış, adamı aramıştı. Telefon bir kere bile çalmadan açılmıştı.
-Ben de tam seni arayacaktım. Söylemeyi unuttum.
-Neyi?
-Fuat…
-…
-Ölmüş. Bardan atmış kendini.




Yorumlar