Büyüklere Masallar IV
- Bahar Gümüşer

- 7 Mar 2021
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 11 Nis 2022

Prenses, alıştığı zamansız uykularından uyandığında, bu kez yazdığı hikayelere oldukça gülmüştü. Aynalardan birinin karşısına geçmiş, bu kez ilk defa kendini görmüştü. Komik hikayelerini aynadaki kendine anlatmış, gülemediğini görmüştü. Gülemeyince aklına çoktan unuttuğu kral gelmiş, ağzını tıpkı onunki gibi yaymış, yine de dudaklarının arkasında saklanan dişlerini görememişti. Ne yaparsa yapsın, kral gibi gülememişti. Kafasının içindeki çivileri sökmüş, kilitli kapıları ardına kadar açmış, öğrendiği çaresizlikten kurtulmuştu. Saraydan çıkıp hiçliğe doğru yola koyulmuştu. Kralı bulacak, tüm komik hikayelerini ona anlatacak, unuttuğu gülmenin ne olduğunu tekrar hatırlatacaktı. Saraydan çıktığı an ile hiçliğin ortasına geldiği an arasındaki zaman, hiç görmediği boşluk nehri gibi hızlıca akıp gitmişti. Kısacık bir andan sonra hiçliğin en orta yerindeydi. Bir ateş yakıp hikayelerini hiçliğine anlatmaya başlamıştı. Anlattıkça bilmediği zamanı ciğerlerine doldurmuş, zamandan da tıpkı çaresizliği gibi kurtulmuştu.
Prenses zamandan kurtulur kurtulmaz, yaktığı ateşi söndürmüştü. Batı Yakasına doğru yola çıkmış, attığı her adımda yeni hikayeler yazmıştı. Hikayelerinin her anını düşünmüş, unutmamak için kafasına çakmıştı. Yürüdükçe gidememiş, önünde hep yeni yollar inşa edilmişti. Yürüdükçe durmuş, durdukça yürümüş, sonunda yorulmuştu. Hiçlik ormanının kapkara ağaçlarından birinin dibine uzanmış, bildiği her şeyi unutmuştu. Gözlerini hiçliğin göğüne dikmiş, bir mucize dilemişti. Dibine uzandığı kapkara ağacın dallarından kendi gibi kapkara bir yaprak düşmüş, prensesin yüzüne yapışmıştı. Prenses yüzüne yapışan yaprağı tutmak isterken tutamamış, hiçliğin gerçek olmadığını anlamıştı. Bir mucize olmuş, kalbi ona hiçliğin yalnızca korkularının cehennemi olduğunu göstermişti. Uzandığı yerden kalkmış, karşıya bakmıştı. Bakar bakmaz tüm ihtişamıyla Batı Yakası sarayı görmüştü. Asırlar boyu yürümüş, sonunda karşısındaki saraya varmıştı. Sarayın merdivenlerini birkaç saniyede çıkmış, kalın demirli büyük kapının önüne ulaşmıştı. Kapıya bakmış, elini yumruk yapmıştı. Yaptığı yumruğu kapıya vurmuş, üç kere çalmıştı. Kapıyı açan olmamış, ne yaparsa yapsın geçmişinden kaçamadığını anlamıştı. Arkasını döndüğünde sarayın merdivenleri, tekrar döndüğünde ise sarayın kendisi kuş olup uçmuştu. Kapısına vurduğu ihtişamlı saraydan geriye yalnız kalın demirli büyük kapı, hiçlikten geriye ise yalnız kendisi kalmıştı. Kendisine bakmış, acımıştı. Kapıya parmak uçlarıyla dokunmuş, ardına kadar açmıştı. Eşikten geçip içine oturmuş, hiçliği sonsuza dek unutmuştu. İçindeki boşluğa girmiş fakat düşmemişti. Boşlukla sonsuzluğu birleştirmiş, tek başına güçlenmişti. Güçlendikçe kendine acımayı bırakmıştı. İçine hikayeler anlatmayı bırakmış, onunla konuşmuştu. “Yalnız güçsüzler kafeslerde yaşar” demişti. Bu içine kurduğu ilk cümle olmuştu. “Ve yalnız kendi inşa ettiği kafeslerde yaşayanlara acınır” diye devam etmişti. Görmediği bir ağaçtan bir yaprak düşmüş, bu kez kucağına oturmuştu. Prenses yaprağı tutmaya çalışmış, tutup tutamadığını bile anlayamamıştı. Yaprağın gerçek mi yoksa bir düş mü olduğunu düşünürken, nereden geldiğini duymadığı bir ses onunla konuşmuştu. Duyduğu sesi sanki hiç tanımamıştı fakat söylediklerini daha önce duymuştu. “Sevgi yakından baktığında tüm gerçeklerin ardına saklanmış bir düştür” demişti. Gerçek nedir bilememiş, sevgiyi öğrenememişti. Öğrenemese de sevginin tek gerçek olduğunu kalbinde hissetmişti. Gerçeği düşünmeden düşlerde yaşamaya devam etmiş, sevmeye önce kendinden başlamıştı. Cesaretle çıktığı her yolda kendini bulmuş, dönecek bir yeri kalmadığında yalnız kendine sığınmıştı. Geride kalanlar görünen ve görünmeyen kafeslerinde yaşamış, delirmeye devam etmişlerdi.




Yorumlar