Birinci Tekiller ve Oluş Fiilleri
- Bahar Gümüşer
- 29 May 2022
- 3 dakikada okunur

Resim: Tıfak Arslan
Her şey pişkin bir yaz akşamında başlamıştı. İşten çıkmıştım. Biraz yürüyüp kumsala inmiştim. Terden yapış yapış olmuştum. Yani gerçek anlamda pişmiştim. Soğuk bir bira alıp kumlara oturmuş, büyükçe bir yudum almıştım. Yudumum bitince tekrar denize taraf bakmış, onunla göz göze gelmiştim.
İpince kumaşlı uzun bir elbise giyinmişti. Elbisesi sakin yaz rüzgarında oradan oraya uçuşuyordu. O uçuşan kumaşların içinde yavaşça süzülüyordu. Süzüle süzüle, sonunda yanıma varmıştı. Biraz eğilip “Nasılsın?” diye sormuştu. Afallamıştım. Belki cesareti belki de güzelliği yüzünden. Bir süre öylece kaldıktan sonra gözlerimdeki şaşkınlığı üzerinden çekmeye başlamıştım. Omuzlarımı silkip “İyiyim” diyebilmiştim. Yavaş hareketlerle yanıma otururken yavaş davranarak sanki benden izin alıyor gibiydi. “Sen nasılsın?” diye devam etmiştim. Böylece ona oturması için izin vermiş olmuştum. Elleriyle çantasını yoklamaya başladığı sırada dudaklarını büzerek “Bilmem” demişti. Çantayı biraz daha yokladıktan sonra içinden ezilmiş bir sigara çıkartıp yakmıştı. Uzunca bir nefes çekip bana uzatmıştı. “Yok, ben bıraktım” demiştim. Gülümsemişti. Onu ilk kez gülümserken görmüştüm. “Ben de sadece kocamandan kaçabildiğim anlarda içebiliyorum. İçtiğim sigaraları da zaten ondan çalışıyorum.”
Ne yani şimdi bu kadın, bir adamla mı evliydi? Nedense onu gördüğüm ilk andan itibaren bir adama dokunabileceğini hiç düşünmemiştim. Yine de var olan tek sigarasını bana uzatmış olduğu fikri içimi kıpır kıpır etmişti. Sigarayı öylesine büyük bir iştahla içiyordu ki, sanki ona susamış gibiydi. Bedeninin her santimetre karesi aslında burada olmak istemiyordu. Bu nasıl oluyorsa uzaktan dahi sezilebiliyordu. Rahatsız oturuşu “Bu giysiler bana ait değil” diyordu susarak, bakışları ise hiçbir şey anlatmıyordu. Uzun uzun ufka bakıyordu ama bu hiçbir manaya gelmiyordu. Bakışlarının ardında sakladığı birçok şey vardı elbet fakat neye benzedikleri bilinmiyordu. O ana kadar beni yalnızca bu manasız bakışları endişelendiriyordu.
Sigarası bittiğinde izmaritini kuma değil, avucunun içine gömmüştü. Ellerini sıkıca kapatmış, öylece beklemişti. Arkadan büyük bir gölge ona doğru yaklaşıp “Sigara içtin gördüm!” diye azarlar gibi bağırmıştı. Ben çok korksam da adam bağırırken o hiç korkmamıştı. Sanki bütün bunlara alışık gibi davranmıştı. Gözleri ise iyice yabancılaşmıştı. Hızla yerinden kalkmak zorunda kalmış, adamın onu ittirmesiyle hızlı adımlarla plajdan çıkmıştı. Arkasından bakakalmıştım. O an, bakışlarının arkasında aslında neyi sakladığını anlamıştım. Yaşama sevinciydi bu ve öylesine büyüktü ki aslında, istemediği bir tene dokunduğu için bile kaybolmuyor, sadece gizleniyordu. Yine de ona dikkatlice baktığında, gizlediği her şeyi görebiliyordun. O neşe orada duruyordu işte. Gizi saklı da olsa, hiçbir yere gitmiyordu. Tıpkı bedeni gibi, ruhunu da saklamak zorunda kalıyordu.
O kadını sevme isteğim günden güne artmıştı. Bu duygu bana ne kadar uzaktı ve bir o kadar da tanıdıktı sanki. Bir kere elini bile tutamamıştım ama o günden sonra her iş çıkışı bir bira alıp sahile oturmaya devam etmiştim. Bütün yazı onu bir kez daha görebilmek ümidiyle geçirsem de, bir kez bile rastlayamamıştım. Ümidin olduğunda zaman hızla geçerdi, onu görme ümidiyle bitirdiğim günler de aynı hızla geçmeye devam etmişti. Yaz bile bitmişti hatta. Sonunda sonbahar gelmişti. Koskoca yazdan elimde kalan onu beklerken çektiğim birkaç bulanık fotoğraf olmuştu. Ben yine de beklemeye, beklerken mikro düzeylerde yaşlanmaya devam etmiştim. Kış geldiğinde ise artık delirmeye başladığımı düşünmüştüm. Belki de bunca zamandır aslında burada olmayan birini bekleyip durmuştum. Kendime kızmıştım. Kafamı önüme eğmiş sağa sola “Senden kadın olmaz!” der gibi sallamıştım. Kısa bir an kafamı kaldırdığımda onunla tekrar göz göze gelmiştim. İki elinde iki sigara vardı. Şaşırmıştım. Ne kadar sıkışmış hissettiğini o an sanki daha iyi anlamıştım. Hemen yanına oturmuş, elini tutabilmek için sigaralardan birini alıp çekmiştim. O an hem sigaraya hem de onu sevmeye başlamıştım. Yine de kuşkuyla etrafı izlemiş, o kaba saba adamın buralarda olup olmadığına bakmıştım. Elimi tuttuğundan, içimdeki endişeyi hemen görebilmişti. “Korkma” demişti yine gülümseyerek. “Kocam olacak öküz burada değil.” Tebessüm etmiştim. Gizli hayat enerjisini bu cümleyle biraz daha sezmiştim. Konuşmaya başlamış, gece yarısına kadar anlatmaya devam etmişti. Araya hiç girmemiş, içindeki zehri atmasını beklemiştim. Anlattıkça güzelleşmişti sanki ama sonunda yorulmuştu. Susunca da çok güzel olmuştu. Kafasını kaldırıp aya bakmış, kısa bir soluk almıştı. Ona bakmış, bütün gece tek bir cümle söylemiştim. “Hadi gidelim!”
Gelmişti. El ele koşmaya başlamış, saatlerce durmamıştık. Eksik kalan bir parçayı bulmak gibi değil de, asıl rengine boyanmak gibiydi onunla koşmak. Durunca da sonsuz renklerimiz oluşmuştu hayatımızda. Bütün sıkışmışların ötesinde, sonunda bulmamız gereken her ayrıntıyı bulmuştuk.
Kommentare